Baki Biyografisi
Türk edebiyatının en ehemmiyetli isimleri arasında yer alan Baki Divan edebiyatı şâiridir.
Baki, 1526 senesinde İstanbul ’da doğmuştur. Asıl ismi Mahmud Abdülbâkî ’dir. Babası Fâtih Camii müezzinlerinden olan Baki, muhtaç bir ailenin çocuğu olarak gençliğinin ilk senelerinde çırak olarak seraclık camilerde kandillerin yakılmasından sorumlu kimse mesleğine girmiştir.
Baki, okumaya düşkün olduğundan, medrese eğitimi almış, yarıyılın ünlü müderrislerinden ders almıştır. Eğitiminin yanı sıra şiirle uğraşmıştır. Yarıyılın usta şairleriyle tanışmış, onlara nazireler yazarak maharetini göstermiştir. Süleymaniye Medresesi’nde Ahmed Şemseddin Efendi’nin derslerine devam etti. Eğitimini tamamladıktan sonra muhtelif medreselerde müderrislik yapmıştır. 16. asrın usta şairlerinden Zatî ’nin Bayazıt Camii avlusundaki dükkânı İstanbul ’daki şairlerin buluşma yeriydi. Bâkî, bu dükkâna sık sık giderek hem gazellerini Zatî ’nin eleştirisine sunmuş hem de Zatî ’nin şiirlerine söylediği nazirelerle kendi şiir dilini olgunlaştırmıştır.
İstanbul başta olmak üzere Mekke gibi farklı şehirlerde kadılık yapmış, Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerinde bulunmuştur. Çok arzu ettiği hâlde Şeyhülislam olamamıştır. Meslek yaşamındaki iniş çıkışlara karşılık devrini yaşadığı dört hükümdar Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet zamanında hep el üstünde tutulmuştur.
II. Selim yarıyılında Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa‘nın korumasına girdi. Saray buluşmalarına çağrılmaya başlandı. III. Murat yarıyılında da yerine gözetti. Süleymaniye Müderrisi oldu. Düşmanlarının bir oyunu ile bir süre gözden düştü. Edirne‘ye sürüldü. Medine ve Mekke kadılıkları yaptı. 1581 senesinde İstanbul’a döndü. 1584’te İstanbul Kadısı oldu. 1591’de Rumeli Kazaskerliği vazifesine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu misyonu elde edemeden hayatını yitirdi.
Kanuni Sultan Süleyman yarıyılında çağının en büyük şairi sayılarak kendisine “Sultânü ’ş-şuarâ” unvanı verilmiştir. Şöhreti ve eserleri Anadolu ve Rumeli ’yi aşıp Azerbaycan, İran ve Irak ’tan Hicaz ’a, nihayet Hint saraylarına kadar dağılmıştır.
Bâkî, şiirde söyleyiş stilinde yenilik yapmış, imâle ve zihaf denilen dil kusurlarını en aza indirmiştir. Şiirlerinde aruz kusurlarını okuyanın dil zevkini incitmeyecek derecede eksiltmiştir. Şöhret kazanmış birçok kasidesi olmakla beraber o, her şeyden evvel bir gazel şairidir. Onun bu sahadaki üstünlüğü sonraki devirlerde de hep kabul edilmiştir.
Zevke ve cümbüşe düşkün, sevinçli, güzel sohbet ve hırslı bir şahsiyeti vardı. Nükteci ve söylentici yapısı suratından zaman zaman yarıyılının önde gelenlerini küstürüp güç gidişatlara da düştü. Hicviyeleri ile ünlüdür. Özel hayatındaki serbestliğine ve sınırsızlığına karşın kadılık vazifelerinde haka düşkünlüğü ile dikkat çekti.
Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına karşın gazel şairi olarak tanınır. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi. Şiirlerinde tasavvufi değil, fani aşka ehemmiyet verdi. Mersiye, methiye ve fahriyelerinde içten ve abartısız bir anlatım kullandı. Edebiyatta ananelere bağlı kaldı ama şiir diline yeni bir kumpas ve akıcılık getirdi. Nazım tekniğini geliştirdi, birçok büyük şairin “kaçınılmaz” olarak gördüğü nazım kusurlarından kurtulmayı bşehirdi.
Bâkî, gazellerinde yaşamın zevklerini terennüm etmiş, insanın fani ömrünü elinden geldiğince aşk, alkol ve cümbüş meclislerindeki zevklerle gününü gün edip değerlendirmesini benimseyen bir felsefeye çevirmen olmuştur. Onun şiiri manevî ıstırap ve acılar çevresinde dönen moderni Fuzuli ’nin şiirlerinden bu güzergahıyla dağılır.
Bakî, derin ve büyük ıstırapların şairi olmak yerine yaşamın zevk ve cümbüşlerine yönelmiş bir şiir ustasıdır. Bâkî, şiirini ince hayaller, nükte ve tevriye başta gelmek üzere cinsli edebî sanatlarla işleyip zenginleştirmiştir. Bâkî, Osmanlı ’nın 16. asırdaki eriştiği büyüklüğü şiir alanında temsşehir eden ve yansıtan usta bir sanatçıdır.
Bir yandan Osmanlı ordusu ve hükümdarlarının savaşlarını tantanalı şiirlerde yüceltirken, bir yandan da çok ince aşk ve tabiat şiirleri söylemiştir. Onun şiirlerinde coşkun bir lirizm yoktur, o şiirlerinde duygudan çok, akla önemsemiştir.
Bâkî ’nin şiirlerinde tasavvufî izler görülmez. Alt yukarıya her büyük şairin divanında bulunan tevhid, münâcât, na ’t gibi dinî ve tasavvufî içerikli şiirler Bâkî ’nin divanında yoktur. Yaşadığı yaşamı anlatmayı emel edinen sanatçı, bu emelle tasavvufi terimleri bir taşıt olarak kullanmıştır.
Bâkî ’nin şiirlerinde tabiat ve İstanbul ’dan çizgiler sıklıkla yer alır. Onun manzumelerinde devrinin zengin yaşamı ve şatafatı basitlikle hissedilir. Şiirinde İstanbul Türkçesini kullanan şair, zaman zaman millet söyleyişinden de faydalanmıştır. Pak ve uyumlu bir üslûba sahip olan Bâkî, divan şiirine bir söyleyiş kudreti ve rahatlığı kazandırmıştır.
Divanı Kanuni Sultan Süleyman yarıyılında hazırlandı. Ama bu divan bütün şiirlerini kapsamaz. Başında manacaat ve na’t bulunmayan divanında 27 kaside, 2 terkib-i bend, 1 terci-i bend, 7 tahmis, 619 gazel, 24 kıta, bir tarih ve 38 müfred yer alır. Tercümeleri ve dinsel mevzularda eserleri de var.
1555 senesinde Halep‘e Kadı olarak sevk edilen hocası Ahmed Şemseddin Efendi ile Halep’e gitti. Bâkî ’nin 1560 senesinde İstanbul’a dönüşünde Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile tanıştı.
Baki, 1600 senesinde İstanbul ’da 74 yaşına can vermiştir.
Kanuni Sultan Süleyman ’ın Zigetvar ’da vefatı Eylül 1566 üzerine her zaman himayesini gördüğü bu büyük sultana dinlediği samimi bağlılığını, dinlediği yeisi ve onun yüce şahsiyetini dile getiren ünlü “Kanuni Mersiyesi”ni yazmıştır. Divan ’ının dışında “Fezâil-i Mekke” ve“Fezâilü ’l-cihâd” gibi Mekke ’nin ve cihadın erdemlerinin anlatıldığı mensur çeviri çalışmaları vardır.
Kanuni Sultan Süleyman, 1555 senesinde Nahcivan Seferi ertesinde kendisini övgülerle dolu bir “Kaside” ile karşılayan genç Baki ’yi Kanuni himayesine aldı. Ancak Baki ’nin sağda solda ileri geri konuştuğunu dinleyip kızan aynı Kanuni, şiirsel bir fermanla Baki ’yi Bursa ’ya sürmüş ve Baki ’nin bu sürgün kararını bir şiirle yermesi üzerine Padişah onu bağışlamıştır.
 Osmanlı yarıyılında “Muhibbi” mahlasıyla şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman şu şiir-fermanla Baki ’yi sürgün eder: 
 Bâki-yi bed 
 Nefy-i ebed 
 Bursa ’ya red 
 Baki de bu sürgün kararını “Sen de ölümlüsün, bu dünya sana da kalmaz” hatırlatmasını yaptığı şu mısralarla yorumlar:
 Öldünse ey Bâkî! 
 Değildir mülki cihân 
 Süleyman ’a bâkî 
 Buna çark-ı felek derler 
 Ne sen bâkî, ne ben bâkî 
 Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız; 
 Hükm-i kazâya zerre kadar yok inaâdımız, 
 Baş eğmeziz edânîye, dünya-yı dûn içün; 
 Allah ’adır tevekkülümüz, itimâdımız! 
 Baki ’nin Başlıca Eserleri : 
 Dîkhvân 4508 beyitlik, en ehemmiyetli eseri 
 Fazâ’ilü’l-Cihad 
 Fazâil’i-Mekke 
 Hadîs-i Erbain Çevirisi 
 Kanuni Mersiyesi 1566 
 Baki’nin Şiirlerinden Misaller: 
 Alayiş-i dünyadan el sürüklemeye niyyet var 
 Yakında adem dirler bir şehre azimet var 
 Uçdı bu uzaylardan mürg-ı dil-i nalanım 
 Aram idemez oldum dert-ı seyahat var 
 Nuş eylese bir aşik ta haşre dek ayılmaz 
 Bezm-i feleğin bilmem sırçasında ne halet var 
 Bu halet ile ey dil sağ olmada alemde 
 Derd-ü gamı dilberle can vermekte letafet var 
 Ser terkine ka’ildir dünyaya gönül virmez 
 Terk ehlinin ey Baki başında sa’adet var. 
Gazel
 Hattım hisabın bşehir dedin gavgalara saldın beni 
 Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni 
 Geh ebr veş giryan edip geh bad veş püyan edip 
 Mecnun-ı sergerdan edip sahralara saldın beni 
 Vaslım dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin 
 Yarın dedin birgün dedin ferdalara saldın beni 
 Yusuf gibi izzette sen Yakub veş mihnette ben 
 Dil sakin-i beytül hazen tenhalara saldın beni 
 Baki sıfat verdin üzüntü ettin gözüm yaşını yem 
 Kıldın garik-i bahr-ı gam deryalara saldın beni 
 Kaside 
 Ey göñül a’yân-ı devlet içre himmet kalmadı 
 Kimden umarsın kerem ehl-i mürüvvet kalmadı 
 Nefse nefsi oldı ‘cihan her şahıs hayretdedür 
 Kimseden hîç kimseye dermâna tâkat kalmadı 
 Ey dirîgâ lutf u ihsânuñ kapusın yapdılar 
 Zikri hayr olsun dinür sâhib-sa’âdet kalmadı 
 Gel zuhûr it kandasın ey Mehdî-i sâhib-kırân 
 Kim cihânda zâhir olmaduk ‘alâmet kalmadı 
 Câhil ü nâ-dân oh gör ister isen mertebe 
 Kim kemâl ehline Bâkî şimdi ragbet kalmadı Bâki Divanı 
 —— 
 Gitdi Kayser kasrınuñ tâk u revâkı kalmadı 
 Nice Kisrâ geçdi tâk u tumturâkı kalmadı 
 Bezm-i kesretden biz en evvel götürdük ayagı 
 Meclis âhir oldı gitdi bâde sâkî kalmadı 
 Şevk u zevk ehli çekildi biz dahı yâ Hû didük 
 Zevki gitdi ‘âlemüñ ehl-i mezâkı kalmadı 
 Tolu urmış tarlaya döndürdi devrân sohbeti 
 Câm sınmış mey dökilmiş dest-i sâkî kalmadı 
 Gam degül Bâkî bekâ semtine kılsa irtihâl 
 Nice şehler bu fenâ mülkinde bâkî kalmadı 
 Gazel 
 Nedür bu handeler bu cilveler bu nâz u istiğnâ 
 Nedür bu işveler bu şîveler bu kâmet-i bâlâ 
 Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü hâm-be-hâm kâkül 
 Nedür bu turralar bu millete millete zülf-i müşg-âsâ 
 Nedür bu ârız u hadd ü nedür bu çeşm ü ebrûlar 
 Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü’s-sevdâ 
 Miyânun rişte-i cân mı gümiş âyine mi sînen 
 Binâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ 
 Vefâ ummaz cefâdan surat çevürmez Bâki âşıkdur 
 Niyâz itmek ana cânâ yaraşur sana istiğnâ 
 Gazel 
 Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i Hümâ imiş 
 İklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş 
 Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer 
 Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş 
 Âvâzeyi bu cihana Dâvûd gibi sal 
 Bâki kalan bu kubbede bir güzel sadâ imiş 
 Görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese 
 Mir’ât-ı hüsni var ise cihan-nümâ imiş 
 Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum 
 Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş 
 Gazel 
 Bir lebi gonca suratı gülçeper dersen işte sen 
 Har-ı gamda andelib-i çeper dersen işte ben 
 Lebleri mül saçları sünbül yanagı berk-i gül 
 Bir semenber serv-i hoşreftar dersen işte sen 
 Payine suratlar sürer her serv-i dil-cuyun revan 
 Su gibi bir aşık-ı didar dersen işte ben 
 Zülfü sahir turrası tarrar şuh-ı şivekar 
 Çeşmi cadü gamzesi mekkar dersen işte sen 
 Firkatinde teşne leb hatır harap haste dil 
 Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen işte ben 
 Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden 
 Bir amansız gamzesi Tatar dersen işte sen 
 Bakiya Ferhad ile Mecnun-ı şeydadan bedel 
 Aşık-ı bi-sabr ü dil kim var dersen işte ben 
 Şan u nişane kalmadı fasl-ı bahardan 
 Düşdi çemende berg-i dıraht i’tibardan 
 Eşcar-ı bağ hırka-ı tecride girdiler 
 Bad-ı hazan çemen el aldı çenardan 
 Her yaneden ayağına altun akup gelür 
 Eşcar-ı bağ himmet umar cuybardan 
 Sahn-ı çemende durma salınsun sabayıla 
 Azadedür nihal bugün berg ü bardan 
 Baki çemende hayli harap imiş varak 
 Benzer ki bir şikayeti var rüzgardan 
 Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz 
 Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadumuz 
 Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun içün 
 Allah’adur tevekülümüz i’timadumuz 
 Biz mükteka-yı zerkeş-i caha dayanmazuz 
 Hakk’un kemali lütfunadır istinadumuz 
 Zühd ü salaha eylemezüz sığınma hele 
 Tutdı egerçi alem-i kevn-i fesadumuz 
 Meyden safa-yı batın-ı humdur garaz heman 
 Erbab-ı zahir kavrayamazlar muradumuz 
 Minnet Huda’ya devlet-i dünya fena bulur 
 Baki kalur sahife-i alemde adumuz 
 Lale-hadler kıldılar gülgeşt-i sahra semt semt 
 Bag u ragı gezdiler edüp temaşa semt semt 
 Aşık-ı didar-ı pakündür meğerse kim cuylar 
 Cüst ü cu eyler seni ey serv-i bala semt semt 
 Leşker-i gam geldi dil şehrine kondı cevk cevk 
 Kopdı yir yir fitne vü aşub u gavga semt semt 
 Giryeden cuy-ı sirişküm su-be-su oldı revan 
 Yeniden Kulzüm gibi cuş itdi bu derya semt semt 
 Şi’r-i Baki seb’a-i iklime oldukça revan 
 Okınursa yeridür bu nazm-ı garra semt semt  
			